23 Ekim 2012 Salı

Malta Gezimiz

Yazın planlamış olduğumuz Malta seyahatini en sonunda gerçekleştirdik. Aslında babamız dil okulu için 2 haftalık hızlandırılmış bir kursa gitti. Ben de ikinci hafta onun yanına gittim, gece hayatı çok sağlam değilmiş, yalnız kalmasın istedim :))) Tabii çocukları Bandırma'da babaanneleriyle bıraktık. Gidene kadar çok stresli oldu. Çünkü yeni bir bakıcı başlamıştı ama kız ne Emreyle diyalog kurabildi ne de ev işlerinde yeterliydi ama babaannemiz benim yokluğumda yalnız olmasın diye onunla devam etmek zorunda kaldık. Öyle mi olur böyle mi olur derken kendimi Malta'da buldum. İnsanın kendine vakit ayırması gerektiğine bu kez gerçekten çok inandım. İstediğim saatte yatıp istediğim saatte kalkmanın (gerçi yine 8 oldu mu kalkıyordum), istediğim zaman istediğim yere gidebilmenin verdiği keyif, ve tabi ki eşimle başbaşa olmanın yıllar sonra verdiği mutluluk.


Malta'da toplamda 4 gece geçirdim ama eşim orada kendisine sosyal bir çevre edindiği için ben de her akşam onlarla konuşma fırsatı elde ediyordum. Eşimle de hiç Türkçe konuşmadık kendi aramızda. Bu nedenle ikimiz için de hem eğlenceli hem de çok faydalı bir gezi oldu. Dünyanın birçok ülkesinden insanlar tanıdık.
Malta çok küçük bir ada ülkesi İtalyanın hemen güneyinde. Bir sürü şehir var ama şehir dedikleri yerler İstanbulun ilçeleri gibi. Yani St. Julian'dan Sliema'ya gitmek Erenköyden, Bostancıya gitmek kadar bile değil. Yürüyerek şehir değiştiriyorsunuz. Toplamda İstanbulun yarısı kadar bir ada. Hava sıcaktı ama benim şansıma biraz rüzgarlıydı deniz kıyıları bu nedenle denize girme şansım olmadı. Ama bunalmadan da gezebildim iyi oldu. 





Yemek konusuna gelince aç kalmadım ama yemekler pek de iç açıcı değildi. genelde makarna ya da tavuk yemeklerini tercih ettim. Bir gece Japon restoranına gittik. Eşim sushi yedi ben de Yaki Udon adında noodle. İkimiz de yaptığımız tercihten oldukça memnun kaldık. 

Dönüşte uçağımız Roma üzerinden aktarmalıydı ve yaklaşık 5 saat gibi bir süremiz vardı. Bu süre içerisinde Romayı da biraz gezme şansı elde ettik. Kolezyumu dışarıdan gezdik. İçeriye girmedik çünkü geç olmuştu, kapılar kapanmıştı.




Roma sokaklarında bolca yürüdükten sonra uçağımıza bindik ve Türkiye'ye geldik gecenin birinde. Oradan Bursya giden bir otobüs bulduk, Bursa'da inice de şansımıza Erdek otobüsü varmış hemen bindik. Sabah 8:30 gibi evdeydik. Kahvaltıyı çocuklarla beraber eme fırsatını yakaladık.
Yorucu ama bir o kadar da güzel bir tatil oldu. Çocuklar biraz büyüsün, en çok istediğim onlarla da bir yurtdışı tatili yapmak. Ama şimdilik başbaşa daha iyi :)

10 Ekim 2012 Çarşamba

Tekerlekli sandalye ile engelleri aşmak



Toplum olarak engelliler konusunda daha bilinçli ve duyarlı olmamız gerekiyor. Her ne kadar eskiye göre oldukça iyi yönde bir gelişim gözlense de hala birçok alanda engelli vatandaşlarımız için gerekli şartların sağlanamadığını görmekteyim. Çocuk sahibi olduktan ve bebek arabası kullanmaya başladıktan sonra engelli vatandaşlarımızı daha fazla anlamaya başladım. Şehirlerin sadece belli başlı merkezi yerlerinde onlara uygun kaldırımlar düzenlenmekte. Ya diğer yerler? Diz boyu kaldırım olan cadde ve sokaklarda normal insanların bile inip çıkması kolay olmuyorken bebek arabası süren veya tekerlekli sandalye kullanan insanların halini siz düşünün. Öyle yerler biliyorum ki, hem de İstanbul’un iyi semtlerinde, kaldırımın yüksekliğini geçtik, o kadar dar ki ne kaldırımda gidebiliyorsunuz ne de sokak dar olduğu için ve o dar sokakta bir de araba park ettiği için kaldırım dışında da yaya olarak bile yol almak çok zor. Bu durumda bir engelli vatandaşımızın bu sokaktan geçmesi imkansız.
Rampa çok zor bir şey mi? Neden her kaldırıma sık sık rampa koymazlar anlamıyorum. Koydukları da resimdeki gibi birşey olabiliyor maalesef. Bunu da ancak ülkemizde görebiliriz herhalde.



Biz toplum olarak onların engellerini kafalarında bitirtmek için birtakım uğraşlar versek de, somut olarak onların önündeki engeller devam ettiği müddetçe bu insanlar hep köşelerine çekilmeye mahkum olacaklar maalesef.

2 Ekim 2012 Salı

Zor bir yıl olacak gibi

Bu hafta okulda üçüncü haftamız. Çok sıkıntı yok gibi görünse de dün öğretmeni ile yaptığım görüşmede Elif'in çizgi çalışmalarını yapmadığını, sıkıldığını, arkadaşları ile ders içinde konuştuğunu ve başka şeylerle ilgilendiğini söyledi. Öğretmeni çok iyi, çok yumuşak. Onu zorlamadığını yoksa kaybedebileceğini söyledi. O nedenle bizim evde tekrar yapmamızı istedi. Dün el yazısı ile "e, E ve l" harflerini yapmaya çalıştık ama Elif kendine çok güvensiz. Daha masaya otururken ben yapamıyorum ki diye ağlamaya başladı. Onu cesaretlendirecek şeyler söyledim, zamanla yapabileceğini söyledim ama sanırım biraz da yorgundu, hiç motive olamadı. Ağlaya ağlaya birkaç satır çalıştık, tabii pek yararlı bir çalışma olmadı. Babamızın akşamları evde olmaması ve Emre gibi bir canavarın yanı başımızda bizi sürekli rahatsız ediyor olması da cabası tabii. Emreyi içeri götürsem durmuyor, yanıma gelse sürekli ablasına karışıyor. Nasıl geçecek bu yıl bilemiyorum. Dersler dışında sosyal ilişkilerinin iyi olduğunu söyledi öğretmeni. Beslenmesi de iyiymiş. Kimseye ihtiyaç duymadan rahatça yediğinden bahsetti.

Emreye gelince. o tam bir afet oldu son haftalarda. Babaannemizin ve babamızın gitmesiyle ve Erdekten Bandırmaya dönen yaşantımızla birlikte Emre de 180 derece huy değiştirmiş bulunmakta. Yemeğini rahatça yiyen o çocuk gitti şimdi masaya bile getiremediğimiz bir çocuk geldi. Uykusu gelince başını dizime koyan o çocuk gitti, sürekli yataktan kalkmak isteyen bir çocuk geldi. Herşeye "tamam" diyen o çocuk gitti, her cümlesine "hayır" ile başlayan çocuk geldi. Yani tam bir 2 yaş sendromu yaşıyoruz. Eylül başında başlayan bakıcımız maalesef sadece 2 hafta dayanabildi Emre'ye. Emre de onu hiç sevmemişti zaten. Kadın bizi bıraktı gitti. Şimdi yeni bir abla başladı. Ona da çok farklı davranmıyor. Umarım bu kızcağız da bizi yarıyolda bırakıp gitmez.